Benim gibi 25
yaşına gelip de Türkiye’ninkiler dışında pek fazla şehir görmediyseniz;
gördüğünüz en önemli yeri paylaşmanız doğaldır. Doğrudur efendim. New Orleans
böyle bir yerdir işte benim için.
Tarihini ve ABD’nin
tam neresinde uzun uzun anlatmayacağım. Keza Wikipedia ne güne duruyor. Eğer
ABD’nin eyalet sisteminin mantığını çözdüyseniz New Orleans’ın Louisiana
eyaletine bağlı bir şehir olduğuyla başlamak istiyorum. Louisiana (kısaca LA),
ABD’nin en güneyinde, Meksika Körfezi’nde diğer eyaletlere kıyasla daha az
popüler ve pek çok açıdan (eğitim, işsizlik vs.) gerilerde bulunan hani Türkiye’nin
bir Hakkâri’si, Şırnak’ı gibi bir yer. Nüfusun da büyük çoğunluğu siyahi ve
geleneklerine bağlı.
New Orleans (kısaca
NOLA) ise LA eyaletinin en kalabalık ve en turistik şehri. Mississippi Nehri
şehri ikiye bölüyor. (Bu nehrin adını herkes bilir, ABD’yi neredeyse boydan
boya katediyor, bu nehirle aynı ismi taşıyan bir eyalet de mevcut ama nehir en
fazla Louisiana’ya can veriyor.) Yakın zamanda NOLA’yı dünya gündemine taşıyan
en önemli olaysa etkilerinin hala sürdüğü Katrina Kasırgası.
Şimdi efendim, televizyondan,
filmlerden vs. aşina olduğumuz ABD şehirlerinden New York, Chicago, Washington,
New Jersey, Los Angeles, San Fransisco vs. gözünüzün önüne getirin. Yüksek
binalar, gökdelenler, kalabalık caddeler, karanlık sokaklar, neon ışıklı
geceler, dev heykel-köprüler… New Orleans bunların hepsine sahip ama
diğerlerine göre daha minyatürce. 3-4 tane gökdelen denebilecek bina ki bunlar
da otel vs. zaten. Canal Street denen en işlek caddesi geceleri rengârenk
ışıklarla aydınlanır, kalabalıkta kaybolmazsınız, köprüleri sanatsal değil
demir yığınıdır. Yani New Orleans’da New York, Chicago, Boston gibi bir metropol
havası bulamazsınız. ABD’nin tüketici, kapitalist, yok edici imajının yerine
daha geleneksel, daha sıcak (atmosferik olarak da geçerli) bir şehir
görürsünüz. “İnsan bir sokak köşesinde düşüp ölse kimse yardım etmez” denen ABD
değildir orası. Sokakta hiç tanımadığınız bir insanın gayet içten bir şekilde “merhaba”, sabahları “günaydın” dediği, tek
ortak noktanızın “otobüs beklemek” olduğu biriyle havadan sudan
konuşabileceğiniz bizdeki o “Sıcak Anadolu İnsanı”nı görürsünüz. (en azından
gündüzleri ve bazı bölgelerde)
Louisiana
dolayısıyla New Orleans, isminden de anlaşılacağı gibi Fransız sömürgesi imiş.
Sokakları, mahalleleri vs. genelde Fransızcadır. Ha bugün Fransız kültüründen
kalan bir şeyleri var mı derseniz, ben göremedim. Geleneksel Amerika’yı en iyi
görebileceğiniz şehirlerden biri bence. Kendini yalnızca gerektiği ölçüde
geliştirmiş ve geçmişinden kopmamış bir şehir. Canal St.’de otantik bir tramvay
tüm şehri boydan boya gezer. Ama şehrin sembolü olacak kadar ünlü değildir.
Şehre nerden bakarsanız görülebilecek kadar büyük “Superdome” adlı bir de stadı bulunuz. N.O.
Saints adlı Futbol takımının stadı olmakla beraber başka birçok gösterinin de
yapıldığı dev gibi bir yapıdır kendisi. Ama herhalde en büyük görevi kasırgada
sağlam kalıp insanlara sığınak olarak üstlenmiştir.
Büyük bir şehir
olmasına rağmen, NOLA’da insanlar büyük apartmanlarda yaşamazlar bizim gibi.
Hani ‘flat’ değil ‘house’ tipi evlerde yaşarlar. 1-2 katlı, bahçeli, garajlı
evlerde. Louisiana’nın köklü aileleri ise (yani zamanında mülk sahibi, köle
çalıştıran cinsten) daha büyük bahçeli, etrafı duvarlarla çevrili, belki
kendine ait bir korusu hatta gölete sahip olan 3-4 katlı konaklarda otururlar.
O insanlar şehrin ileri gelenleridir. Yani New Orleans’da sakat sokakların
yanında huzurlu mahallelerde bulunur.
New Orleans’ı bir
belgesel gibi yazmak istemezdim ama anlatacak çok fazla şey olduğundan
parçalara bölerek yayınlamayı daha uygun buluyorum. 2. Parçada New Orleans’ın
daha kültürel ve turistik açılarından yazacağım. Bourbon St.’i ise başlı başına
anlatacağım. Orada başımıza gelen aklımdan çıkaramadığım anekdotlarımı ise
bambaşka bir başlıkta yazmayı uygun görüyorum. Umuyorum ki hepsini sabırla
okursunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder