18 Şubat 2012

New Orleans Günlüğü Part-2 "Eğlence"



Efendim ikinci kısımda birincisi gibi New Orleans izlenimlerimden oluşuyor. Ancak bu kez herkesin bildiği New Orleans’a dair eklemeler şeklinde.    

Şimdi New Orleans diyince insanın aklına ilk gelen şey müzik ve zenciler (bu tabiri küçümseyici alanlar almasın öyle bir niyetim olamaz 3.5 ayımı birlikte geçirdikten sonra). Evet doğrudur. Günümüzde Blues ve Jazz müziğin iki merkezinden birisidir New Orleans (diğeri de Chicago tabi). Modern Jazz, Chicago’da daha hakimdir. Geleneksel Jazz ise New Orleans’da. Aslında Blues’un da Jazz’ında New Orleans’da doğduğu bir gerçektir ve hala izlerini taşımaktadır. Ama maalesef yalnızca izlerini... Çünkü tarihe duyulan saygı ve turizmin haricinde pek fazla ilgilenilmiyor artık. Yaşatmaya çalışan topluluklar ise oldukça azalmış. Yani hala kökleriyle beraber yaşayan özelikle 40 üzeri yaşlı zencilerle, bu amaca kendilerini adamış müziksever gençler haricinde pek hatırlanmıyor diyebilirim. Gerçek Blues müziğin yapıldığı, klasik barların bulunduğu bölgeler ne yazık ki turist çekmiyorlar. Dolayısıyla biz de oralara gidemedik. Ancak turistlere hizmet veren ve tarihi diyebileceğimiz French Quarter ve Bourbon Street hala New Orleans’ın kalbinin attığını gösteren yegane yerler olduğunu anladık.

Haftanın her günü düzenlenmediğini bildiğimiz kortej yürüyüşüne tanık olmayı başarabilirseniz (ki biz tesadüfen denk geldik), unutulmaz anlar yaşayabilirsiniz. Gözünüzde 10-15 kadar üflemeli (trombon,saksafon,klarnet,trompet,tuba), onlardan biraz daha az trampet, davul gibi vurmalı enstrüman çalan, bandocu edasıyla geleneksel ve süslü kıyafetler giymiş 30 kadar adam çalıp söyleyerek New Orleans’ın en işlek caddelerinde yürürler. Yolda rastladıkları tüm müzikseverleri arkalarına takarlar, kilometrelerce yürüyüp dans ederek, Jazz çalıp söylerler. French Quarter’a geldiklerinde artık yüzlerce insan olurlar. İşte bu topluluğa eşlik etmek ya da durup izlemek her şeye bedeldir.

Gündüzleri New Orleans’da yapılacak en iyi şey, tarihi binaları, parkları falan gezmektir. Çünkü eğlenceye yönelik tüm aktiviteler hava kararmaya yakın başlar. O zamana kadar herkes işinde gücündedir. Bizim gibi altınızda arabanız varsa şehrin biraz dışına çıkıp bataklıkları vs. görebilirsiniz. Müslüman olun olmayın, kiliselerini mutlaka görmelisiniz. Güneyde olmasından dolayı herhalde (gezdiğim 4 eyalet de güneydeydi, kuzeyi görmedim ama biliyorum) adım başı kiliseye rastlıyorsunuz. Yeni yapılanlar genelde yerleşim bölgelerinde, tarihi olanlar ise şehir merkezi civarında olduğu için şanslısınız. Çünkü çok güzel mimariye sahip ve görülmesi şart olan harika binalara sahipler. Bilmem size ne kadar cazip gelir ama tarihi mezarlıkları da mutlaka görülmeli. Bizdeki gibi sadece taştan ibaret fazla mezar yok. Özellikle eski olanlar o filmlerde gördüklerimiz gibi büyük, taş işçiliği mükemmel ve birer sanat şaheseriler. Hani Fatiha okumak için durmasanız da ayrıntıları incelemek için önlerinde bir dakika duruyorsunuz.

Hava kararınca, trafik de azalıyor ve Canal St. Tabela ışıklarıyla binbir renge bürünüyor. Gece 3-4 gibi arabayla çok çok yavaş caddede ilerlemek, jazz müzik eşliğinde… İşte o zaman bir Amerikan Rüyasını gerçekleştirip, o romantik ambiansın içinde kaybolabilirsiniz. Yani bunu Türkiye’de de yapabilirsiniz ama o his bambaşka. (en azından benim için öyleydi.)

Aslına bakarsanız, ABD’de bulunuyorsanız New Orleans öyle yapılacak onlarca şeyle dolu bir şehir değil. 2-3 gün ayırmanız fazlasıyla yeterli. Yüzmek, güneşlenmek, geniş caddelerinde gezip, alışverişin dibine vurmak, geceleri o bar senin bu bar benim eğlenmek ya da bir tepeye çıkıp şehrin manzarasını izlemek gibi bir tatil planınız varsa New Orleans yanlış bir seçenek. Eğer ‘Geleneksel Amerika’dan hoşlanıyorsanız, kalabalık yerine kafa dinlemek, gerçek Amerikan mutfağını tatmak, gecenizi yalnız müzikli eğlenceye bırakmak istiyorsanız, modern-popüler gezilerdense biraz daha sıradan ve melankolik turlardan hoşlanıyorsanız, okyanus manzarasına nehir manzarasını yeğleyebilecekseniz New Orleans harika bir tercih. Beyazların hala birer Güneyli (ama kesinlikle cahilinden olmayan, iyi anlamda), siyahının hala kibar, göçmenlerin hala göçmen (Latinleri ve Asyalıları kastediyorum) olduğu sıradan bir Amerikan şehri. 

Kafanız benim gibi huzur arıyorsa ve müzik her anınızın vazgeçilmez bir parçasıysa, uzun ve yavaş otoban yolculuklarını, hızlı cadde yarışlarına, tişört, şort, spor ayakkabıya, gömlek,kot pantolon, çizmeye, tramvaya binmeyi metroya, ‘65 model bi Chevrolet’i 2012 Ferrari’ye, Harley Davidson’ı Kawasaki’ye Ray Charles’ı 50 Cent’e tercih ediyorsanız; Los Angeles ya da New York sizin şehriniz değil Sayın Dostum. New Orleans’a gitmelisiniz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder